Yalnız kaldıysan, kalkıp pencerenden bir bak
Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü
Dön bak dünyaya…
Sahnede Pinhani. Kulaklarımdan içeri sızıp beynimi ele geçiren şarkısını söylüyor Sinan: Dön Bak Dünyaya. Öylece kalabalığın içinde duruyorum. Bazı şarkılarda aynen böyle kalabalığın içinde öylece durmak gerek diye düşünüyorum. Bir şey yapmadan, içkinden yudum almadan, kimseye sesini duyurmaya çalışmadan, şarkıya bile eşlik etmeden öylece durmak. Kelimelerin, notaların, Sinan’ın sesinin kulaklarından içeri sızıp beynini ele geçirmesine izin vermek.
Bundan beş yıl önce uzun bir ayrılıktan sonra memlekete döndüğüm zamanlarda tanışmıştım Pinhani’yle. Yılların Türkçe hasretiyle Türkçe yazılmış ne varsa dinlediğim günlerde duyar duymaz alıp kalbimin bir köşesine özenle yerleştirdiğim Pinhani şarkılarıyla o gün bugün aynı yolun yolcusuyuz. Arada döner döner dinlerim. Hiç bıkmam. Hiç eskitmem. “Yenisi ne zaman” diye meraklanmam. Çünkü Pinhani şarkılarını bir kere dinlemek yetmez bana. Şarkı tam biter, hemen başa dönerim. Bazen her seferinde başka bir şarkı dinliyormuş gibi başka başka kafalar yaşarım. Bazen ilk dinlediğimde hissettiğim şey her dinlediğimde katmerlenir, artar. Yükselip öyle bir noktaya varır ki beni ancak aynı şarkıyı bir kere daha dinlemek kendime getirir. Pinhani şarkılarını fonda çaldıkları anı dondurmak ve daha sonra canım istediğinde çözüp tekrar tekrar yaşamak için de kullanırım. Şarkılara binip o an’a giderim. Zamanda yolculuk ederim. Bazı şarkılarınsa başı sonu yok gibidir. Sonsuza kadar kesintisiz dinleyebilirmişim gibi gelir. Bu Pinhani’nin tetiklediği obsesif kompulsif bozukluk gibi bir şeydir. Tedavi olmam gerekmez. Bozukluğumu severim. Bozukluğum bana iyi gelir.
‘lucy in the sky’